Mezun olduktan sonra pdr hizmet çeşitlerinden hangisine yönelmeyi düşünüyorsun?

28 Mayıs 2010 Cuma

Bu da mı Kader(!) Be Hey Vicdan Yoksunu





Aaa, tabii yaa.. Abartıldı da abartıldı, şişirildi olay resmen. Aslında o kadar insan can vermedi. Hatta ölenlerin de kendi hatası dimi. Öldüler onlar ; çok suçlular. Hatta ihmallerden(!) değil, 'kader'den can verdiler onlar.

"Öldüğümüz için özür dileriz, sayın başbakan." (!)


Evrim Çağman

Grizu Patlamaları Kader Değildir !

2010 yılı, grizu patlamaları ile çok konuşulur bir yıl oldu. Ancak bu patlamaların, tedbirsizlik, yeterli teknik donanımın sağlanmaması, aşırı üretim isteği, taşeronlaşma ve düşük ücretle çalıştırmalar, yoğun çalıştırmalar sonucu oluştuğu yönünde gerekçeler duyacağımıza, ülkenin Başbakanı kalkıp işi "kader"e bağlayıp içinden çıkıyor.

Başbakan, patlama bölgesinde, önce halkın protestosuyla karşılaştı, geç kaldıkları yönünde tepki almasına rağmen, birde halka aynen şöyle seslendi; "Bölge halkı bu tür üzüntülere, olaylara alışık. Bu mesleğe giren kardeşlerimiz böyle şeylerin olabileceğini bilerek işe giriyorlar. Mesleğin kaderinde bu var." şeklinde konuşarak, ihmal, taşeron ve yoğun çalışmanın yarattığı iş cinayetlerini "kader" diyerek halkı yatıştırmaya çalıştı. Sanki bu patlamalar, ihmalden değilde insanların kaderinde varmış iması yaparak, suçu kendilerinin ve patronların üzerinden atmaya çalıyor. Sadece, "bu işi işçiler yaptı" demediği kaldı.

Dünyanın hiç bir ülkesinde, bizdeki bu ilkel çalışma koşullarında işçi çalıştıran kalmadığı halde, bizde bu eski ve ilkel koşullarda işletmeye devam edilerek, patlamalara adeta davetiye çıkardıklarını görmek istemiyorlar. Artık yapılan o kadar açıklamalardan sonra, bizim bile alanımız olmamasına rağmen, patlamaların nedenini bizler bile ezberledik. Ancak sorumlular, idare ve yürütme erki bunu görmemekte ısrar ediyor. Artık, sadece yer altında bu gaz ölçümleri teknolojisini geçtik. Şimdi yukarıda işletme sorumlularının yanında bile içerdeki gaz ve tehlike durumunu saniye saniye bildiren teknoloji çoktan geliştirilmiş. İleri gelişmiş ülkelerde, grizu yüzünde artık kazalar yaşanmazken, bizde en çok can kaybı bu gaz yüzünden hala devam etmektedir.

Burada şunu sormak lazım: Acaba patronların aşırı kazanması ŞANS'ta, işçilerin ölmesi mi sadece "kader" oluyor? Acaba ağlamak va yas tutmak sadece işçi ve emekçilere mi reva görülmüş? Patronlara ve para babalarına da, keyifle eğlenmek mi "kader" olarak yazılıp, çizilmiş? Buna sayın başbakan ne cevap verecek? Kazalar peş peşe geliyor. Ağır can kayıpları yaşanıyor. Ancak çalışma koşullarında bir düzeltme hala yapılmıyor. Yada hükümet bu eksiklerin giderilip giderilmediğine dair bir denetime gerek görmüyor. İşverenleri, işçilerin can güvenliği ve iyi çalışma koşulları sağlamalarına yönelik sıkıştırmıyor. Ölümler olunca da; "Mesleğin kaderinde bu var" deyip işin içinden sıyrıldığını sanıyor. Bu "mesleğin" değil, ihmalin ve aşırı kâr dürtüsünün yarattığı bir sonuçtur. Kâr ve daha fazla kâr diyerek bu ölümler yaşanıyor. Bu doymazlığın yaratığı sonuçtur.

Eurovision 2010 Semi Final 2 - Turkey: maNga - We Could Be The Same

KÜÇÜK İSKENDER - ŞİİR


Azılı Aşklar Şatosu

bir tek sana tembih ettim saadeti

hiç bir şey hatıra değil aslında

kaynayan sular gibi bakardın ya bana

donan sular gibi gülerdin ya

bütün büyük sular korkutuyor şimdi beni

bir tek sana tembih ettim saadeti

hiç bir şey ihanet değil aslında

kararan havalar gibi dokunurdun ya bana

bozan havalar gibi şevişirdin ya

bütün güzel havalar ağlatıyor şimdi beni

MOLEKÜL BUKETİ

el kararı bir
ruhla öperken seni
nesnenin tanrıyla atıştığı
uzun gözlere ait urlarda, bilemem
rolümüzdü bilgi;
el kararı bir
ruhla öperken seni
cismin hacimle seviştiği
ani panikatak şovlarında, bilemem
neredeydi yüzümüzdeki bitkinin kökü.

öğrendim, ki veda
ve kıymettir
ergeç birbiriyle vuruşacak olan, bilirim
renkler arasında adı onun da anılsın diye.
üstünkörü!




Bıraktın Beni

şeytanın beline sardığı kuşakla bağlayıp gözlerimi
bu korkunç tuzlu yutkunmanın orta yerine bıraktılar beni
bıraktın beni
o
tahta balerinin yırtık bacaklarında benim tebliğimden
bir yansıma bir sıçrayış
gece üçte uyanıp başladım alkışlamaya,bıraktın beni;

yazı sorguya aldılar
işkencede kısa kalbim
dolaşıyorum
yeni yanmış lisenin koridorlarında
da sözlüye kaldırılıyor ilk sevgilim intihar
ben hiç ders çalışmadım senden başka, bıraktın beni;

ŞİİRİN DEVAMI İÇİN TIKLAYIN

Etkileyici Bir Oyun . . . FUL YAPRAKLARI


‘Dünyada beni özleyen, sesimi duymak isteyen tek bir canlı dahi yok.’

Ful yaprakları, sesleri çıkmadığı halde hayata haykırmaya çalışanların oyunudur.
‘Orada kimse yok mu?’

Yaşam hiç bir evresinde kucak açmamıştır, koca şehrin ortasında, tek kişilik hücrelerinde yaşamak zorunda bırakılanlara.
Tek yol kendilerine benzer birilerini bulmaktır. Ama ‘kendilerine benzer birileri’ de yoktur aslında. Çünkü o ortamda kendileri bile kendilerine benzememektedir.

O halde gerçeği sanalın içinde eritmek ve de yeniden şekillendirmek gerekmektedir.

‘Ful Yaprakları’, hiçliğin kıyısında dolananların var olma ve hayatlarını yeniden yazma çabalarıdır.

ROMANYA ELVİRA GODEANU TİYATROSU ULUSLARARASI FESTİVALİ EN İYİ KADIN OYUNCU ÖDÜLÜ

YAZAR: Civan Canova

İzlediğim çok farklı bir oyun gerçekten. Kurgusuyla, sahnesiyle, konusuyla . . . Konuyu okuduğunda içinde kendine dair bir şeyler bulabiliyorsan ve diğer oyunlardan farklı olduğu hissine kapılmışsan İZLEMELİSİN.


OYUNDAN BİR REPLİK (EN SEVDİĞİM KISMI BELKİ DE ...)

richard - ben romeo'nun jüliet'i tanıdığından daha fazla tanıyorum seni. sen de beni. juliet'in romeo'yu, ophelia'nın hamlet'i, eva braun'un hitler'i, diana'nın charles'ı tanıdığından daha fazla tanıyorsun. en azından onlardan daha çok sohbet ettik. daha çok vakit geçirdik birlikte. ve yakında sıra ölüme gelecek. bütün aşıklar gibi. aşkımızla ilgili yazılı bir belge olmayacak belki, ama ilgilenenler ilerde internet kayıtlarından bulabilirler bizim hikayemizi. ve ben, iki sevgiliye yaraşan en güzel ölümü buldum. anlatayım mı?
siyanür dolu bir küvete girmeliyiz önce... ya da baldıran otu... evet, bu daha iyi. siyanür derimizden içeri girebilir. ve de vaktinden önce öldürebilir bizi. en iyisi baldıran otuyla kaynatılmış köpüklü su. üzerinde ful yaprakları. binlerce yaprak. önce o suya girip yıkanmalıyız... saatlerce... sadece dokunmalıyız birbirimize. ellerimizle... saçlarımızı okşamalıyız. omuzlarımızı, göğüslerimizi, bacaklarımızı... sonra çıkmalıyız köpüklerin ve ful yapraklarının arasından... gözlerimiz kapalı, kokularımız ciğerlerimizde, tenimiz, terimiz ve baldıran otlu vücutlarımız birbirine karışmış, dakikalarca sevişmeliyiz. wagner çalmalı odada. faust bizi izlemeli perdenin kenarından, sessizce...
gerçek aşkları göze alamadık. ölüme bile atlayamadık gerçek aşklarımız için. oysa nedir ki ölüm? hiç değilse düşlerimizdeki aşklar için yapmalıyız bunu. yok olsak bile adresimiz belli olmalı bu saçma sapan boşlukta. madonna ve richard. güneş sistemi... mars... kainat... özel ulak.
gün ağırınca, önce kapıyı çalacaklar. meraklılar. sonra da kıracaklar kapıyı. sonra da, ne yazık ki iki ayrı beden bulacaklar içerde. iki baş, dört kol, dört bacak ve birbirine sırtını dönmüş iki yürek.
ben şimdiye kadar hiçbir ölüme üzülmedim aslında. ne bir savaş esirine, ne babama, ne de ful yapraklarına... gülüp geçmedim belki ama hiç üzülmedim. umursamadım. ve de... hep korktum ölümden. çok düşündüm ölmeyi ama cesaret edemedim.
mars'a yollanacak olan kapsüle isimlerimizi yazdırdım bu sabah. düşünsene, aşkımız tarihe geçecek. adem'den beri hiçbir aşk bu kadar uzaklarda duyulmamış, hiçbir aşık böylesine bir gurur yaşamamıştır. mars'a isimleri yazılan ilk bir milyon insan arasında biz de varız madonna. önce uzun bir süre boşlukta dolaşacak adlarımız, sonra da bambaşka bir gezegene düşecek. ve insanlık kendini yok edinceye, kainat bir atom çekirdeği haline gelinceye kadar orda kalacağız. sonsuzluğa kazınan kutsal bir aşk. sen ve ben. madonna ve richard...

Bir seyirci yorumu: "Metinde, felsefi ve psikolojik çıkarımlar dolu dolu kullanılmış. öznel yorumumu kısaca sunarsam; konunun bazı yerlerinin biraz zorlama olduğu hissiyatına kapıldım. felsefi boyutlardaki bıçak sırtı çizgi de bu olsa gerek; farklı bakışlar, farklı yorumlar. oyunun sonunda, emeği geçenler arasında 'kişilik çözülmeleri ve psikolojik danışman' ibaresiyle sunulan bir psikolog olduğunu görünce, bu olumsuz eleştirimin biraz azaldığını da söylemeliyim. netice olarak; içeriğindeki felsefi sorgulara seyirciyi katan bir oyun olduğunu söylemek ve bu anlamda da kayda değer olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır zannımca.
Metindeki psikolojik ve felsefi derinlik sebebiyle, izlenmesi ve içine girilmesi zor bir oyun. görsel açıdan yarattığı farklılıklar izlemeyi kolaylaştırsa da, sıra dışı oyunlardan haz etmeyen izleyiciler için sıkıcı olabilir. sıra dışı oyun arayan tiyatroseverlerin ise, seyretmemesi bir eksiklik olarak kalacaktır. esasında iki kere seyredilmesi de önerilebilir; çünkü, görsel ayrıntıları fark etmek için verilen uğraşı, metindeki ve oyunculardaki ayrıntıları tam olarak yakalayamama şeklinde bir handikap yaratıyor. bu vesileyle, "ikinci kere izlenmeye değer" uyarısını kendime de yapıyorum."

Nesnel Ben ... Doğan Cüceloğlu'ndan

  1. Gözlemleyen ben ve gözlemlenen nesnel ben(ego) farklı dinamikler içinde çalışırlar. Nesnel ben gereksinmeler dinamiği içinde çalışır ve bu gereksinmeler içinde ortamı algılar. Bir ormanda avını arayan avcının veya bir şehirde müşteri gözeterek arabasını süren bir taksi şoförünün algılaması ve davranışı nesnel ben tarafından yönetilmektedir.
  2. Nesnel ben yani ego denetlemeye ve sahip olmaya önem verir. Nesnel ben içinde kaldığımız sürece, parçası olduğumuz daha büyük resmi ve bu resim içindeki diğer şeylerle nasıl bir ilişki içinde olduğumuzu göremeyiz. Nesnel ben, ego, kendisinden daha büyük bir özdeşim kazanmanızı engeller; ego sürekli bencildir ve her şeyi kendi çıkarı açısından görür.

"Savaşçı" kitabından...

Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada,KENDİN OLARAK KALABİLMEK,dünyanın en zor savaşını vermek demektir.

27 Mayıs 2010 Perşembe

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Nietzsche - Aforizmalar

  • BENİ ÖLDÜRMEYEN ŞEY BENİ GÜÇLENDİRİR.

    • KENDİ ALEVLERİNİZDE YANMAYA HAZIR OLMALISINIZ: ÖNCE KÜLOLMADAN KENDİNİZİ NASILYENİLEYEBİLİRSİNİZ?

    • ÜMİT EN SON KÖTÜLÜKTÜR, ÇÜNKÜ İŞKENCEYİ UZATIR.

    • PEKİ SİZ, DOSTLAR, BEĞENİ VE BEĞENME TARTIŞILMAZ MI DİYORSUNUZ? FAKAT BÜTÜN HAYAT BEĞENİ VE BEĞENME ÜSTÜNE BİR TARTIŞMADIR!

    • SENİ SEVİYORSAM SANA NE BUNDAN?

    • NE DENLİ YÜKSELİRSEK, UÇMAK BİLMEYENLERE O DENLİ KÜÇÜK GÖRÜNÜRÜZ.

    • BİZLER ARZU EDİLENDEN ZİYADE ARZULAMAYA AŞIĞIZ

    • ŞÜPHE DEĞİL, KESİNLİKTİR İNSANI DELİ EDEN...

    NİETZSCHE' NİN SÖZLERİ VE DAHA FAZLASI İÇİN TIKLAYINIZ...



    25 Mayıs 2010 Salı

    OSCAR WİLDE - ŞİİR

    Her İnsan Öldürür Gene De Sevdiğini

    Her insan öldürür gene de sevdigini
    Bu böyle bilinsin herkes tarafindan,
    Kiminin ters bakisindan gelir ölüm,
    Kiminin iltifatindan,
    Korkagin öpücügünden,
    Cesurun kilicindan!

    Kimisi askini gençlikte öldürür,
    Yasini basini almisken kimi;
    Biri sehvet'in elleriyle bogazlar,
    Birinin altindir elleri,
    Yumusak kalpli biçak kullanir
    Çünkü ceset sogur hemen.

    Kimi pek az sever, kimi derinden,
    Biri müsteridir, digeri satici;
    Kimi vardir, gözyaslariyla bitirir isi,
    Kiminden ne bir ah, ne bir figan:
    Çünkü her insan öldürür sevdigini,
    Gene de ölmez insan.

    Oscar Wilde

    Dorian Gray'in Portresi


    Geçici Bir Heves ve Sonsuz Bir Aşk

    Wilde’ın “Dorian Gray’in Portresi” adlı romanı tam anlamıyla tapmak, birine tutkuyla bağlanmak, kendini beğenmek, aşkın yalancılığı ve günahın kaçınılmazlığı kavramlarının birleşmesinden oluşur.


    "Keşke tersi olabilseydi! Keşke her zaman genç kalacak olan ben olsaydım da portrem yaşlansaydı! Bunun için... bunun için her şeyi verirdim!"

    Özellikle bir genç adamın büyümesini, eğitimini, gelişimini, kendini ve inançlarını keşfetmesini işleyen Dorian Gray'in Portresi için Oscar Wilde, 'bir ruhun hikayesi' demişti. 1891'de ilk basıldığında ahlaksızlığı yücelttiği gerekçesiyle büyük tepki çeken romanın baş kişileri olan Lord Henry ile Dorian'ın karşılıklı etkileşimleri, Dorian'ın kendini giderek kötüye, şeytani olana, hazcılığa adaması kitabın eksenini oluşturuyor. Son derece saf ve yakışıklı Dorian'daki değişim, Lord Henry'nin sözleriyle ve Dorian'ın kendi portresinde kendi güzelliğini keşfetmesiyle başlar. Lord Henry'nin etkisiyle kötülüğün ve zevkin çekimine kapılan, dünyada gençlik ve güzellikten önemli bir şey olmadığına inanan Dorian için heyecan, kötülükte ve günahtadır; iyilik ve erdemse sıkıcıdır, edilgendir. İyiliği temsil eden Basil'in Dorian'a duyduğu saf tutkuda eşcinsellik öğeleri açıkça hissedilir. Dorian'ın büyük sırrını, portredeki değişimi gören yalnızca Basil olur. Portreye odaklanan, sonsuz gençlik karşısında ruhunu satan ve ruhunun ölmüş olmasından korkan Dorian için kurtuluş var mıdır? Ve Oscar Wilde'ın dediği gibi, herkes Dorian Gray'da kendi günahını mı görecektir?


    İrlanda asıllı İngiliz yazar Oscar Wilde (1854-1900) çeşitli deneme ve öykülerinin ardından 1891'de yayınlanan tek romanı Dorian Gray'le büyük yankılar uyandırdı. Esas olarak özel yaşamına ilişkin itirafları kapsayan romanda, en çok üzerinde durulan konu roman kahramanı genç ve yakışklı Dorian Gray'in düalist felsefeye sahip olması ve yaşadığı çift yaşamdır. Wilde'ın daha önceki çeşitli çalışmalarında da görülen bu biçim Dorian Gray'de doruk noktasına ulaşmıştır. Victoria Çağı ahlakının ikiyüzlülüğüne karşı sert bir tepki sayılan ünlü roman, İbrahim Şener'in Türkçesiyle okurlara sunuluyor.


    23 Mayıs 2010 Pazar

    . . . CEZMİ ERSÖZ . . .


    AŞKTAN NEFES ALAMADIĞIM O YERDE

    Çocukluğumun bahçesiydin sen
    bütün bilinen mutluluklardan uzakta,
    o sarışın akşam üstlerinde,
    ıstırabın eşiğinde...
    Nefesim sıkıştığında seni sevmekten
    ömrünü okurdum o acı neşede,
    boşalırdı ağzımdan o kanlı nefes
    sonra çok özlendiği için acımasızca talan edilen
    her baharda dönerdim oraya...
    O sarışın akşam üstleri
    hiç gitmediğim uzaklardan döndüğüm yer olurdu...
    Bilinen bütün mutluluklardan uzakta
    kalırdım orada,
    kalırdım çocukluğumun bahçesinde,
    aşktan nefes alamadığım o yerde...

    CEZMİ ERSÖZ


    ************************


    ACIYLA ERİR YÜZÜNE AŞIK ÇOCUK

    Ne zaman yüzüne baksam
    yalnızlığın o mutlu gerilimi

    O öksüz göl hızla derinleşir
    biliyorum,acılarım hiç bitmeyecek,bu öyle bir
    yeşil

    Ne zaman gözlerinin içine baksam,biliyorum
    ikimizi de aşar,o kapının ardındaki masal
    bense yüreğimin bu hallerinden korkar,kalırım
    bir hız trenine bindirilmiş küçük bir çocuk gibi
    geçip giden yüzlerine bakar kalırım

    Ömrün kısalığı çarpar camlara
    ateş hızla yayılır içerilere

    Akşam olur,evler dolar boşalır
    acıyla erir,yüzüne aşık çocuk

    Ne zaman gözlerinin içine baksam,bliyorum
    İkimizi de aşar,o kapının ardındaki masal


    CEZMİ ERSÖZ

    ***************


    ARTIK SOKAĞA ÇIKABİLİRSİN

    Evine çağırdın ilkyaz sevinçlerini
    çocukluğuna
    Yırtıldı gözlerin, içine hayat doldu
    o karanlık ışık...
    Yükün yok
    artık her sabah hoyrat bir özgürlük uyandırıyor seni...

    Kalbinde herşey eşitlendi
    Haz ve sıkıntı
    Boşluk ve güven
    Hasret ve ölüm
    Gözlerine hastalıklı bir güzellik geldi

    Şimdi acı çeken yanınla bile alay ediyorsun...

    Kalbine çağırdın herkesi
    Kendini bile
    Artık sokağa çıkabilirsin
    Ömründen düştün kendini


    CEZMİ ERSÖZ

    ****************


    BİR PUSU DÜZENLİYOR HERŞEYİ

    Aşk değil bu merhamet
    akşamın durmayan atlarından anlıyorum bunu
    zaman boşluklarında dönmeyen başımdan

    İki sayıklama arasına bir günü sıkıştırıyorum

    Biliyorum, aşk değil bu merhamet
    sözgelimi bir tramvay özlüyor beni
    zihni karışıyor bir ırmağın
    denizin çukurlarına saklamak geliyor içimden
    bütün çalar saatleri...

    Çünkü bir pusu düzenliyor her şeyi
    av ve ölüm mevsimlerini

    Bense yanımda huysuz bencil bir çocuk
    bir ikindi vakti
    açık bırakılmış o pencereyi düşlüyorum

    Yavaş yavaş ölüyor bütün romantikler
    hızla iyileşmiyor aşk yaraları...

    CEZMİ ERSÖZ

    *********************

    BİR SEVGİ İLETİSİ

    Kadın sevdiği adama sorar: ' Neden Ağlıyorsun? ' Adam cevap verir: ' Seni sevemediğim için.'

    İşte bu yüzden bir kez daha iyi ki varsın diyorum sana.

    Senin de beni sevmeni elbette çok isterim. Belki de inanmayacaksın ama, olmasa da olur. Çünkü yıllarca sevgimin öyle çok düşmanı, öyle çok muhafızı vardı ki, ben seninle onları aştım, inan varolman bile yeterli ve seni seviyor olmak bile büyük bir nimet benim için.

    Ve şunu bil ki bu sevgime asla çoklarının yaptığı gibi yeteneksizliklerimi, kusurlarımı, yalnızlık korkumu, başarısızlıklarımı yüklemiyorum. Eğer öyle olsaydı, yitirmekten ölesiye korkar, seni kör bir tutkuyla sahiplenirdim.

    Oysa seni bir dine bağlanır gibi değil, kendi özgürlüğümü sever gibi seviyorum.


    CEZMİ ERSÖZ

    ÖZGÜVEN


    Özgüven:“Saldırganlığa ya da ezikliğe başvurmadan düşünce ve isteklerini olduğu gibi ifade edebilme,kendini değerlendirerek,kendine yönelik iyi duygular geliştirme,kendini değerli,yeterli,başarılı bulma;hayal kırıklıklarına,yetersizliklerine toleranslı ve kendisiyle barışık olabilme”haline denir.

    Özgüvenin temeli esas ilk çocukluk(0-6 yaş)döneminde atılmakla birlikte gelişimi orta çocukluk(6-12 yaş) ve ergenlik(12-18 yaş)dönemlerinde hız kazanmaktadır.Bu dönemlerdeki sorunlar bireyde,olumsuz benlik kavramına neden olmaktadır.Bu dönemlerdeki gelişim görevlerinin tamamlanması özgüvenin sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlamaktadır.


    Yapılan bir literatür taramasında Lindenfield,özgüven kavramını iki farklı boyutta ele almıştır. İç özgüven ve dış özgüven.
    İç özgüvenİ sağlam insanlarda şu çok önemli dört özellik bulunur.Bunlar;
    • Kendini tanıma
    • Kendine açık hedefler koyma
    • Pozitif düşünme
    • Kendini sevme
    Dış özgüvene sahip bir insanda bulunması gereken özellikler ise;
    • İletişim
    • Kendini ifade edebilme
    • Kendini ortaya koyabilme
    • Duygularını kontrol edebilme

    20 Mayıs 2010 Perşembe

    CEMAL SÜREYA ' DAN ŞİİRLER


    BİR GÜN

    Bir gün seni bırakırım ya
    tütünü bırakmak gibi bir şey olur bu
    Evet, gün geliyor, bıkıyorum senden,
    ama İstanbul'dan bıkmak gibi bir şey olur bu.


    **********

    BİLİYORUM SANA GİDEN

    Biliyorum sana giden yollar kapalı
    Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

    Ne kadar yakından ve arada uçurum;
    İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

    Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
    Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

    Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
    Ben artık adam olmam bu derde düşeli

    Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
    Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki

    Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
    Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği

    Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
    Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki

    Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
    Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini

    Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
    Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

    Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
    Bu böyle pek de kolay değil gerçi...

    Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
    Bunun verdiği mutluluk da az değil ki

    Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
    Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki

    İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
    Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

    Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
    Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri

    *****************

    AŞK....

    Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
    Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
    Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
    Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
    Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
    Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
    Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
    Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
    Sanki hiç olmamıştı
    .....